Bilimsel Yönetim Yaklaşımının Dayandığı Temel Düşünce: Bir Genç Yetişkinin Duygusal Yolculuğu
Geçen hafta Kayseri’nin gri, biraz da kasvetli bir gününde, önümdeki boş defteri açıp ne yazacağımı düşündüm. Uzun zamandır bir şeyler yazmam gerektiğini hissediyordum, ama ne yazacağım konusunda bir türlü karar veremedim. O sırada gözüm, odamın köşesinde duran bir kitap setine kaydı. “İşletme Yönetimi”, “Bilimsel Yönetim”, “Faydalı Pratikler”. İçimden bir ses, bu kitapları okumak zorunda olduğumu söylüyordu. Ama bir türlü başlamadım. Sonra birden aklıma geldi: “Bilimsel yönetim yaklaşımının dayandığı temel düşünce nedir?” Bu soruyu daha önce defalarca sordum kendime. Hatta tam bu soru üzerine kafa yormaya başladığımda, bir an içimdeki bir şey bana aniden dedi ki: Bu yaklaşımı anlamak için önce kendi hayatındaki küçük sistemleri anlamalısın.
Ve işte o an, bu yazı bana kendiliğinden doğdu.
Günün O Anı: Bir Şirketin Kalbinde
Kayseri’de bir yaz günüydü. Havanın o kavurucu sıcağında, küçük bir şirketin içinde yoğun bir çalışma vardı. Ben de o sırada, birkaç hafta önce staj yapmaya başladığım o şirketteydim. Her şeyin dakikalarla hesaplandığı, her işin belirli kurallar ve adımlar dahilinde yapılması gereken bir yerdeydim. Bir yandan, ofis ortamındaki gerginliği hissettikçe içimde tuhaf bir huzursuzluk belirmeye başladı. Bir şeylerin yanlış gittiğini düşündüm. İşler çok düzenliydi ama… Belirli kurallar altında ilerlemek, insanın ruhunu ne kadar sıkabilirdi ki?
İşte tam bu noktada, bir gün müdürüm bana bir dosya uzatarak, bu yaklaşımın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya başladı. “Bilimsel yönetim yaklaşımı” diyor, “işlerin daha verimli ve etkili yapılabilmesi için, her şeyin bir plan çerçevesinde yapılması gerektiğinden bahsediyor. Bu yöntemle, insanların her hareketi ölçülüp değerlendirilir. Bu sayede hem çalışanlar hem de şirket kazanç sağlar.” Gözlerim biraz dağılmıştı. Duyduğum her kelime, içimde bir takım karışık duygular uyandırıyordu.
Bunu yapmalı mıydım? Gerçekten bu kadar hesaplı mı yaşamalıydım?
O anda müdürümün söyledikleri beynimde yankılandı: “Her şeyin belirli bir amacı ve planı olmalı.”
Duygusal Bir Çöküş ve Bilimsel Yönetim
Her zaman duygularımın peşinden gitmeyi tercih etmişimdir. Ama o gün, duygularımı geri plana atıp, mantığımın sesini dinlemeye karar verdim. Bilimsel yönetim yaklaşımının temeli, aslında ne kadar çok işin sistematik bir şekilde yapılabileceğini ve ne kadar verimli olabileceğini anlatıyordu. İnsanlar, makineler gibi çalışmalı, her işin bir ölçütü olmalıydı. Bu yaklaşımı kabullenmek, içimdeki rahatlıkla, bazen huzursuzluk arasında bir dengeydi.
Bir yanda, her şeyin plana oturduğu, her hareketin bir hedefe hizmet ettiği düzen vardı. Diğer yanda ise, bu düzenin insanın ruhunu ne kadar boğabileceği hakkında derin düşünceler. İnsanların sadece verimlilik için mi var olduklarını sorguladım. Duygularım bir yanda bana “Hayır, özgür olmalı insan,” derken, bilimsel yönetimin işlevselliği bana “Evet, ama bu bir iş” diyordu.
O an bir karar verdim. Belki de her şeyin düzenli olması gerekiyordu. Belki de bir yerlerde, bu kadar sıkı bir düzene sahip olmak, daha fazla üretkenlik, daha fazla verimlilik sağlıyordu. Ama bir sorum vardı: İnsan ruhu ne olacaktı?
Bir Nevi “Özgürlük” Arayışı
O günün akşamı, Kayseri’nin dar sokaklarında yürürken, kafamda pek çok soru vardı. Bilimsel yönetim yaklaşımı, sadece bir iş modeli olarak kalmamalıydı. Bunun bir ruhu olmalıydı. Çünkü herkesin bir “düzen” arayışı içinde olması ne kadar önemliyse, o düzenin ruhu da o kadar önemliydi.
Bilimsel yönetim, temelde işlerin daha iyi organize edilmesini ve verimliliği artırmayı hedefliyordu. Ancak bu yaklaşımın sonunda işlerin sadece bir makine gibi işlediği, duyguların, insanlığın kaybolduğu bir yer olabilir miydi? Ve sonra bu düşünce beni çelişkiye soktu: Evet, belki de düzenli olmak gerek. Ama duygularımız, sistemin içinde kaybolmazsa.
Sonuç: Bilimsel Yönetim ve İnsan Duygusu
Sonunda, Kayseri’nin akşam serinliğinde, bu yazıyı yazarken fark ettim: Bilimsel yönetim yaklaşımının temeli, her şeyin ölçülmesi ve düzenlenmesidir. Ama bunun içinde bir insan faktörü vardır. İnsanlar sadece makineler gibi çalışmamalıdır. İnsanlar, ruhlarını ve duygularını kaybetmeden, verimli ve etkili olabilirler. O yüzden bu yazının içinde bir karar aldım: Hikâye asla bitmeyecek. Çünkü her sistemin, her düzenin, bir duygusal yanının olduğunu unutmamalıyız.
Belki de hayat, işlerin düzenli olmasından daha fazlasıdır. Belki de biz, her şeyin ölçülmesi kadar, hislerimize ve hayal kırıklıklarımıza da yer bırakmalıyız.